4 Aralık 2017 Pazartesi

Mülksüzler

Kendisini “Taocu, anarşist, feminist ve çevreci”  olarak tanımlayan, bilimkurgu ve fantastik edebiyatın büyülü kalemi ile “Mülksüzler” romanıyla tanıştım. Bu güzel yazarın diğer yapıtlarının da ilerleyen zamanda anlarıma eşlik edeceğini duyumsayarak…
Le Guin, iyi bir romanı bitirdiğimizde, onu okumadan önceki halimizden biraz farklı olduğumuzu, biraz değiştiğimizi görebiliriz diyor ama nasıl değiştiğimizi, ne öğrendiğimizi söylemenin zor olduğunu söylüyor. Yazarının da dile getirdiği gibi “Mülksüzler” okurunu değiştiriyor ve içindeki daha doğala doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Gerçekliği, doğayı, doğalı ve insan olmayı, iç dünyamızın derinliklerini yeniden sorgulatırken, dış dünyada olan bitene de ışık tutuyor; akıcı ve akılcı bir üslupla düşünmeye sevk ediyor. Mülkiyet, siyaset, aidiyet, cinsiyet, özgürlük , tüketim ve daha niceleri hakkında… İnsana, insana dair duyguya yöneliyor… Doğaya ve doğal olana…
Anarres ve Urras; birbirinin uydusu olan iki gezegen olup, hangisinin diğerinin uydusu olduğu nereden baktığınıza göre değişiyor. Anarres’liler yedi kuşak önce kurucuları Odo’nun fikirleri ile yola çıkmış, Urras’tan göç eden ve yeni bir düzen kuran anarşistler. Bu iki dünyayı hayal gücü ile ilmek ilmek işliyor Le Guin. Bir ütopya vadetmiyor, her iki dünyayı da güzellikleri ile olduğu kadar açmazları ile de ele alıyor. Kalbimiz Anarres’te atıyor ama yine de sorguluyor, sorgulatıyor bize de böyle bir düzende dahi özgürlüğümüzü sınırlayan ne?
Anarres’te anarşizm hakim ve mülkiyet yok, kurak ve verimsiz topraklar var, su kısıtlı, iyelik zamirinin tekil şekli yok, idealist ve Odo’cu bir toplum bulunuyor. Toplumun lideri olan Odo bir kadın ve cinsiyet eşitliğine dayalı bir toplum modeli yaratıyor. Yasa yok, hükümet yok, ödül yok, ceza yok, bağlılık ve bağımlılık yok! Çocuklarınız dahi sizin değiller, Halil Cibran’ın da dediği gibi “Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil / Onlar kendi yolunu izleyen hayatın oğulları ve kızları”. Bu doğrultuda ebeveyn hakkı yok, aile birliği yok. Din ve cinsiyet ayrımı bulunmuyor. Sistem, karşılıklı yardım ve işbirliği temellerine dayanıyor. Toplumsal ve bireysel vicdan, komşularınızın sizin hakkınızdaki düşünceleri önem arz ediyor. Romanın Anarres’li baş kahramanı Shevek “Zorlama, düzenin sağlamanın en etkisiz yoludur.” Diyor Anarres’teki düzeni anlatırken. Özgürlük hakim. Kişiler bireysel, toplumsal ahlak duyguları ve kendi kararları ile yaşamlarını sürdürüyorlar. Hiç kimse istemediği bir işi yapmak zorunda değil. Bazı zorunlu işler olsa dahi süreklilik arzetmiyor.  Öyleki; Shevek romanın bir yerinde insanın istemediği bir işi yapmasını ahlak dışı olarak tanımlıyor. Anarres’te konuşulan Pravca’da oyun ve çalışma sözcüklerinin aynı olmasının ahlaki önemi vurgulanııyor. Aynı zamanda Pravca’da dini kavramlara da rastlanmıyor, cinsiyetçi ayrımlar ve cinsellikle ilgili yasaklar olmadığı için küfür de bulunmuyor. İlerleyen sayfalarda karakterlerin çoğu Pravca birer “ammar” oluyor ve ruhumuza dokunuyor.
İkiz gezegen Urras’a baktığımıza ise kapitalist sistemin hakim olduğu bir devlet yapısı görüyoruz. Para, din ve gücün tüm unsurlarıyla devrede olduğu sınıflı bir toplum yapısı bulunuyor. Her anlamda zenginlik ve bolluk var. Cinsiyet ayrımı yapılıyor, kadınlar toplumda yok sayılıyor ve erkekler üstünlüklerini kadınlar üzerinden sağlıyorlar. Anarres’teki biliminsanlarını burada sadece bilimadamları temsil ediyor. Kadınlar sadece özel alanda yer alıyor. Seslerini duyuramadan…  Tüm zenginlik ve imkanlar kaymak tabakası olan üst sınıf tarafından tüketilirken, şehrin alt tabakası görmezden gelinen bir sefalet içerisinde yaşıyor. Şiddet ve küfür var. Tüketim ekonomisinin çarkları üst tabaka tarafından çevriliyor. Anlatılan dünya günümüz dünyasını özetliyor ve zenginlik alt sınıfların sömürüsüne dayanıyor.
Kitap Anarres’li biliminsanı Shevek’in Urras’a yolculuğu, bu gezegende karşılaştığı yeni şeyler, kendi gezegeni ve düzeni sorgulayışı ile geri dönüşlerle Annares’teki hayatını anlatıyor. Biz de bir taraftan Anarres’teki atmosferde bebekliğinden itibaren hayatını detayları ile öğrenirken, bu dünya ile farklarını aynı zamanda Odo’cu bir insanın bizim dünyamıza benzeyen Urras hakkındaki şaşkınlıklarını ve fikirlerini izleriz, dünyayı onun gözleri ile görürüz.
Le Guin kitabın başında “İkircikli Ütopya” olarak bir alt başlık atıyor ve bize her iki dünyada da gül bahçesi vadetmiyor. Anarres’te özgürlükten yola çıkan anarşist toplum git gide birlikte çalışmaktan, boyun eğmeye doğru evriliyor. Yasaların yerini başka otoriteler alıyor ve böylelikle Odo’ya ihanet ediliyor… Toplumsal vicdan, bireysel vicdanla birlikte hareket etmiyor, onu bastırıyor. Geleneksel davranış yasaları ortaya çıkıyor. Bu durum da baskıya yol açıyor ve anarşist bir toplumda anarşizmi gerekli kılıyor.
Roman; Shevek’in Urras’a yolculuğu ile başlıyor ve Urras’tan Anarres’e dönüş yolculuğu ile bitiyor. Gerçek yolcuğun eve dönüş olduğunu dile getirerek… Gidişinde de atalarının Anarres’e yolcuğunun dönüşünü yapıyor olduğunu düşünerek romanın sonunda birinci bölümü tekrar okuyorum … Yolculuğun çemberi tamamlanıyor zihnimde, iç dünyam yeni gezegenler ve farklı bakış açıları ile zenginleşirken… Ursula Le Guin; bize gerçekliğin tek olmadığını gösterirken, başka bakış açıları sunuyor. O’nun feminizmi de insan olma ve eşitlik temeline dayanıyor. Eril dilden yalıtılmış bir dille okuruna sesleniyor, kendi sesini oluşturuyor. Mülksüzler ile başladığım bu yolculukta okunacak çokça kitabının daha olduğunu bilmek yeni dünyaların beni bekliyor olduğunu fısıldıyor kulağıma… “Dünyaya Orman Denir” kitabı, ismiyle şairin “Keşke yalnız bunun için sevseydim seni” diyeceği türden… Bu büyülü dünyaya girmek isteyen herkese iyi yolculuklar dilerim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder