23 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Öğretmenler Günü Hatırası




Aşağıda yer alan şiiri, yüzyılın eğitim reformu, bir Hasan Ali Yücel projesi olan Köy Estitüsü mezunu, ömrünü Türkiye'nin birçok köyünde ve sonrasında İstanbul'da nice aydınlık kuşaklar yetiştirerek geçiren bir ilkokul öğretmeni kaleme aldı. Eşimin babası, öğretmeni: İrfan Atalay.

Köy Enstitüleri Türkiye’nin kaybettiği en büyük değerlerden bir tanesidir. Eğitimi iyileştirmediğimiz, gencecik beyinlerde, yüreklerde yeni ufuklar açmadığımız, öğrenme heyecanı yaratmadığımız sürece bugünümüz ve geleceğimiz karanlıktan kurtulamayacaktır.

Geçmiş dönemlerde bu idealist aydınlık öğretmenlerin ışığında nice köy çocuğu, hayatlarında ilmi, öğrenmeyi keşfetti ve sevdi…

Şimdi ihtiyacımız olan da tam olarak bu aslında… Bu aydınlık meşaleyi taşıyacak idealist öğretmenler. Gencecik zihinlere ne düşüneceğini değil, nasıl düşüneceğini aktaracak öğretmenler... Güçlü olanın yanında olan değil, tüm öğrencilerine eşit mesafede olup, onların gelişimi için her birinin elinden birebir tutacak öğretmenler... Adaletli ve yetiştirdikleri çocukların gözlerindeki ışıktan güç alan öğretmenler...

Geleceğin aydınlık kuşakları ancak bilinçli ve aydın öğretmenler tarafından yetiştirilebilir. Dilerim ki güzelim çocuklarımız, şanseseri iyi öğretmenlere düşüp, güzel yetişmesin, yurdumda her çocuk, çok iyi öğretmenler tarafından iyi eğitilsin. Zira eğitim şansa bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir…

Aşağıdaki güzel şiir gibi birçok şiir kaleme alan İrfan Atalay’ın şiirlerini, ailesi olarak bir kitapta toplayarak bastırdık. Bizim kendisine “Öğretmenler Günü” hediyemiz olacak. Bu vesile ile tüm öğretmenlerin, üzerimde emeği olan tüm öğretmenlerimin öğretmenler gününü kutluyorum.

Dilerim tüm çocukların eğitim hayatlarında karşılarına çıkan tüm öğretmenleri; onları her daim bir adım ileriye, daha aydınlık bir geleceğe götürür…


Atam

Çok büyüksün bu cihana sığmazsın
Hep milletçe sana bağlıyız Atam.
Kalbimizde yerleşmiş bir taht kurmuşsun
Her yerde her zaman anıtsın Atam.

Sulhta yol gösteren, harpte öndersin
İnan her an kalbimde yaşarsın Atam.
Bir milletin övüncü, güven kaynağı,
Sen ülkemde doğan güneşsin Atam.

Yüzyıl yaşattık, yüz bin de azdır.
Güvenç kaynağımız, umutsun Atam.
Okulda, evimde, her yerde resmin,
Aslında yerin kalbimdir Atam.

Ordumda subaysın, en büyük kumandansın
Okulda hocasın, kitapsın, güvensin Atam.
Yediden yetmişe Türk’ün kalbinde,
Biz yaşadıkça, dünya durdukça her zaman,
Sen de yaşayacaksın Atam.

İrfan ATALAY


17 Kasım 2013 Pazar

“Bu Son Fasıldır Ey Ömrüm” Demeden Önce…




Bu hafta internette çok iyi bildiğimiz ama hep bilinç dışına ötelediğimiz, aslında hayatımızın en önemli gerçeğine dair bir haber okudum.
Avusturyalı bir hemşire olan, Bronnie Ware, ölmek üzere olan hastaların son haftalarına refakat ediyor ve bu vesile ile son sekiz yılda bir çok insanın hayatının son faslına hangi duygu ve düşüncelerin egemen olduğunu gözlemleyerek, çıkardığı sonuçları “The Top Five Regrets of Dying”adı altında bir kitapta toplamış. Şuanda sadece İngilizce baskısı olan kitapta ölmek üzere olanların en büyük beş pişmanlıkları sırası ile aşağıdaki gibi;
1. Keşke kendi hayatımı yaşama cesaretini gösterebilseydim.
2. Keşke o kadar çok çalışmasaydım.
3. Keşke duygularımı açıklama cesareti gösterebilseydim.
4. Keşke arkadaşlarımla daha fazla görüşseydim.
5. Keşke daha mutlu olmama izin verseydim.

Ne kadar yalın değil mi? Hayat da aslında daha sade yaşayabildiğimiz sürece çok daha keyifli ve daha kolay. Onu çetrefilli hale getiren bizleriz çoğu zaman, bizler ve düşüncelerimiz… Oysa basite indirgedikçe hayatın özü çıkıyor ortaya ve çok daha kolay yaşanıyor aslında...

Bazen bir solukta çıkabileceğimiz bir sorundan, düşüncelerimizin dallanıp budaklanması ile koca girdaplar yaratıyoruz ya da gündelik hayatın telaşlarına kapılıp hem kendimizi, hem sevdiklerimizi ihmal ediyoruz. Hayatı ıskalıyoruz.

Başkaları için, onları mutlu etmek için yaşanan hayatlar, iş-güç telaşında ertelenen dostluklar, bastırılan duygular, mış gibi yaşanan zamanlar…

Son fasıla gelmeden önce ömrümüz “bırakınız nasıl geçerse geçsin”demeyip; geriye dönüp keşke dememek için, önce kendimiz olup, hayatımızı avuçlarımızın içine alıp, ona şekil verebilme cesaretini gösterebilmeliyiz.

Çok geç olmadan önce... Hayattan daha fazla keyif almak, daha mutlu olmak ve tabii ki tüm bu pozitif duyguların eşliğinde daha uzun ve iyi yaşamak için…

9 Kasım 2013 Cumartesi

Sevgili Atatürk...

 
Sevgili Atatürk; Türk milletinin en büyük şansı ve en büyük hazinesi... Seni çok büyük sözlerle anmaya gerek yok, sadece yaptıklarını özetleyerek yazmak bile ne demek istediğimi anlatıyor…
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)
Kadınlara erkeklerle eşit haklar verilmesi (1926-1934)
Şapka ve kıyafet devrimi (25 Kasım 1925)
Tekke zâviye ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
Öğretimin birleştirilmesi (3 Mart 1924)
Yeni Türk harflerinin kabulü (1 Kasım 1928)
Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1931-1932)
Üniversite öğreniminin düzenlenmesi (31 Mayıs 1933)Soyadı kanunu ( 21 Haziran 1934)
Lâkap ve unvanların kaldırılması (26 Kasım 1934)
Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerin kabulü (1925-1931)
Mecellenin kaldırılması (1924-1937)
Türk Medeni Kanunu ve diğer kanunların çıkarılarak laik hukuk düzenine geçilmesi (1924-1937)

Aşârın kaldırılması
Çiftçinin özendirilmesi
Örnek çiftliklerin kurulması
Sanayiyi Teşvik Kanunu’nun çıkarılarak sanayi kuruluşlarının kurulması
I. ve II. Kalkınma Planları’nın (1933-1937) uygulamaya konulması
Ve daha sayamadığım, Türkiye Cumuriyetinin daha modern ve daha iyiye gitmesi için yapılan pek çok icraat. Tek bir satırda özetlenen muhteşem devrimler…
Özellikle bu devrimleri yaptığın zaman ki sosyal şartları değerlendirdiğimizde çağının çok daha ötesinde düşünen ve Türk Milleti’ni de o noktaya taşımak isteyen muhteşem bir bakış açısını görüyoruz. Kendi menfaatini düşünmeden sadece milletine, vatanına adanmış bir hayat. Bugün geldiğimiz noktadan çok daha farklı bir devlet adamı portresi...
Ne mutlu ki; bu topraklarda senin aydınlattığın yolu izleyerek bu günlere geldim, geldik. Bizler senin evlatların ve kurduğun, bizlere armağan ettiğin cumhuriyetin ilelebet koruyucuları, temsilcileriyiz.  
Sen hem devlet adamı, hem asker ama her şeyden önce bir insan olarak bizim Ata’mız oldun ve hala öylesin. Söylediğin sözler bugünü ve yarını aydınlatmaya hala devam ediyor ve seni hala anlayamayanlar da senin bulunduğun çağın da gerisinde bir zaman algısıyla “çağdışı” bir anlayışla yollarına devam ediyorlar. Gel gör ki, senin izinden giden biz aydınlık Türk gençliği, her şeyin farkındayız, sayende gelmiş olduğumuz bu noktada, ülkemiz ve geleceğimiz için kurduğun tüm değerlerin, sistemlerin her daim arkasındayız. İyi ki doğmuşsun ve de iyi ki Türkiye Cumhuriye’tinin kurucusu olmuşsun. O dönemlerde başka zihniyetlerin elinde olmuş olsa idik şu anda nasıl bir tablo içerisinde olacağımızı düşünmek dahi istemiyorum. Senin de söylediğin gibi her zaman dahili ve harici düşmanlarımız olabilir ancak bizler senin evlatların olarak her zaman senin izinde aydınlığa yol alıyor olacağız. Önümüze çıkan karanlıklarla ve çoğu zaman bilinçli yapılan karartmalara fırsat vermeyeceğiz. Rakamsal olarak bir ölüm yılın olabilir ancak, bizlerin içinde yaşamaya devam ettiğin sürece, ölmedin, ölemezsin... Biliyorum.
Şuan bu satırları ölümünün 75.yılında, senin yaktığın meşalenin sonuna kadar taşıyıcısı olacağımı bilerek ve maalesef bugün senin bıraktığın yolda, daha aydınlık bir tablo içerisinde olamayışımızın hayal kırıklığı içerisinde yazıyorum.

Diliyorum ki ileriki yıllarda, ruhunu huzura kavuşturacak daha aydınlık bir Türkiye’den,  daha güneşli yazılar yazabilirim…

3 Kasım 2013 Pazar

Bir Umuttur Yaşatan İnsanı



“Kendini seçemiyorsun,
Bırakıp kaçamıyorsun.”
Sezen Aksu

Çöp toplayan insanlar… Neredeyse her köşe başında gördüğümüz, gözlerimizi çevirip, vicdanımızı susturduğumuz. Belediyenin, devletin çoğu zaman görmemezlikten geldiği…
Aslında tam da belediyelerin yapmadığını yapıyor, geri dönüşümü sağlıyorlar. Camları, kağıtları ve plastikleri ayrıştırıyorlar. Bir gazete haberine göre “Bu yolla kentsel hizmet yapan çöp insanları, büyük kentlerde çöpün yeniden kazanım oranını İngiltere'deki oranın üzerine çıkardılar". Gülmek ve ağlamak arasında bir noktada seyrediyor insan bu gerçekleri.
En acısı çocukları görmek o arabaları çekerken. Kimi zaman o kocaman arabaların önünde bir yığının altında iki büklüm yükü çekerken, çekemeyecek kadar küçük olanlar ise ebeveynleri arabaları çekerken, çöplerin arasında otururken, çöpten oyuncaklar ile oyalanırken…
İşte yanınızdan geçen, bir an gözünüze çarpan aslında başlı başına bir hayatın ta kendisi. Kimileri pamuklara sarınarak çıkıyorken hayat denen yolcuğa, kimileri de bir çöp arabasının arka tarafında…
Yüzlerinde saf ama kararmış bir ifade, kendi rızkı ile giçinmeye çalışan kocaman dünyalar. Dilenen ya da yan kesicilik yapan insanlardan, çocuklardan çok daha saf yürekleri ile… Miquel de Cervantes’in dediği gibi; “Bütün acılar azalır, yeter ki ekmeğin olsun.”  Sadece elleri kirleniyor çöpe el attıklarında ama yürekleri pırıl pırıl. Asıl onları görmezden gelen, insan olmanın paydasında bu emekçi insanlarla buluşamayan, bu derin yaşam mücadelesini hissedemeyen, vicdanının sesini susturmuş insanların ellerindeki kir daha tedirgin eden.
Çöp toplayan insanlar ile ilgili belgesellere bakıyorum son günlerde ve görüyorum ki çoğu Anadolu’dan ekmek parası için gelmiş, birçoğu da terörden kaçarak büyük şehirlere sığınmış. “Evde çocuğunuz uyurken, dışarıdaki kurşun sesleri ile çocuğunuzun, ailenizin güvenliğinden endişe ettiniz mi hiç?” diye soruyor içlerinden bir tanesi, Hakkari’den terör saldırıları nedeni ile ailesini de alarak büyük şehre göç etmek zorunda kalmış, tabii birçok kayıp verdikten sonra… Her biri çalıp çırpmadan, ailesine bakabilmenin gururu ile bakıyor kameraların içine. İzlerken çok daha iyi anlıyorsunuz bu insanların hayat mücadelesini, umutlarını…
Hepimiz aynı ülkede, aynı devletin vatandaşı olarak bulunuyor, aynı bayrağın altında yaşıyoruz. Onlar da bizlerden biri ve hayat denen döngüde biz de bu yolla geçimimizi sağlamak zorunda olabilirdik. Bunu içselleştirerek bildiğinde kimseyi yargılayamıyorsun, insan olarak sadece diliyorsun ki, her birey insan olmanın güzelliklerini ve haklarını sonuna kadar yaşasın, yaşayabilsin. Hayat standardını yükseltebilmek için eşit hak ve fırsatlara sahip olsun ve özellikle hiçbir çocuk, hayallerinin, sıcacık yuvasının, oyuncaklarının uzağına düşmesin.
Her çocuk, annesinin sıcak kucağında, yumuşacık ninnilerle büyüsün. Minik yaşta nasırlaşmasın o güzel yürekleri, gözlerindeki ışık, içlerindeki umut sönmesin. Çünkü “Hayat olan yerde, umut da vardır.”(Marcus T. Cicero)
Hiçbir anne ve babanın çocuklarına sunamadıkları imkanlar nedeni ile yüreği burkulmasın.
Pırıl pırıl parıldasın hayalleri, yüzleri, en çok da elleri…
Dilerim.