11 Aralık 2013 Çarşamba

Kar Tanesi




Kar tanesi;
Sıcacık evinde otururken sen
Cama vurduğunda,
Kristaller şeklinde düşen, ışıl ışıl…
Beyaz ve hafif bir billur tanesi.
Ama bir çadırda, küçük bir çocuğun üzerine yağıyorsa,
Bir annenin gözyaşı…
İnsanın yüreğini donduran,
Çığ olup büyüyen,
Her bir tanede...

8 Aralık 2013 Pazar

Çocukluğum


Uçan bir balondu çocukluğum,
Oynaya zıplaya elimde tuttuğum.
Elimden kaçıp, uçup gittiğinde,
Süzülüşünü seyre daldığım,
Rengarenk, alaca, gökyüzünde…
Çocuk ruhumun derinliklerinde.
Ne zaman kaldırsam başımı gökyüzüne,
Göz kırpan bana, en saf halimle…




1 Aralık 2013 Pazar

40 Mum



“Ölüm geliyor aklıma birden ölüm,
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum…”
Cemal Süreya   
Ölüm bir insanın yapıp, edeceklerini, derin bir nefes alıp yola devam edişini, sevdiklerini, hayata dair gördüğü her şeyi geride bırakması ve geride kalanların da giden insanın kocaman boşluğu, hasreti ile baş başa kalmasıdır. Gidenin yeri dolmaz, hayat devam eder ama hep eksilerek yol alırız yarına…
Hayatın anlamına; bir insanın doğumuna ve ölümüne eşlik ederek daha çok yaklaşıyor insan. İkisi de mucizevi bir olay ama tabii ki birincisi inanılmaz bir mutluluk kaynağı olarak hayatımızda var olurken, ikinci tanıklık, büyük bir acı, eksiklik ve yitirme duygusu ile birlikte var oluyor.
Her ölüm erken ölümdür, hep hazırlıksız yakalanırız yakınlarımızın ölümlerine ki kendi ölümümüze de hazırlıksız olacağız büyük ihtimalle… Geride yapılacak işler, gidilecek yerler ve söyelenecek sözler bırakarak… İnsan yakıştıramıyor çünkü ölümü hiçbir sevdiğine. İşte bu yüzden sarılıyoruz yaşama, hayata dair her şey dört elle. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Gemi”sine binmeden önce…  
Bu gemiye er geç bineceğimizi bilmek daha da değerli kılıyor hayatı, yaşamı, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her “an”ı…
Birçok düşünür ölüm geldiğinde ben olmayacağım, ben olduğumda ise ölüm yok diye avutur bizi ancak sevdiklerimiz öldüğünde işlemez bu varsayım ve biz olduğumuz yerde çaresizce baş başa kalırız sevdiklerimizin yokluğu ve de değiştiremeyeceğimiz bu acı gerçekle. Yitirdiğimizi bir daha göremeyeceğimizi bilerek.
Hep bir soluk kadar yakın aslında bizlere yok oluş, bu nedenle ertelememek lazım hiç bir şeyi, özellikle sevdiklerimizle ilgili… Sonrasında hissedilen derin yokluğun üzerine pişmanlıklar da ekleniyor ki, daha çok oturuyor insanının yüreğine…

Ölüme dair bir yaklaşım var çok sevdiğim, derler ki; “Bir kişi sevdiği birini kaybettiğinde kalbinde 40 mum yanarmış, her gün mumlardan biri söner ama son  mum asla sönmezmiş.”

İşte insan yol aldıkça hayatın içinde, kayıplarla birlikte kalbindeki mum sayısı da artıyor ve sonunda ateşten bir top oluyor insanın yüreği…

Zaman er geç alıştırıyor bizi yokluğa ve yandıkça kalbimizdeki mumlar, sevdiklerimiz de hep bizimle aslında… Tabii yokluklarıyla birlikte…