19 Eylül 2013 Perşembe

Hayat Güzeldir / Acıları Oyun Yapmak


“Hayat Güzeldir” filmi, II. Dünya Savaşı zamanında karısı ve oğlu ile birlikte Yahudi kamplarına götürülen Yahudi bir babanın (Guido), çocuğunu (Giosue) bu korkunç trajedi ve ölümden korumak için gerçekleştirdiği müthiş savaşı anlatıyor. 1998 Cannes Film Festivali'nde Büyük Ödül'ü kazanan ve 1999'da 7 dalda Oscar'a aday olan film, en iyi yabancı film, en iyi erkek oyuncu ve en iyi müzik dallarında bu ödülü kazandı. Filmi izlediğimde bütün bu ödüllerin yanında en mükemmel insanlık ödülü de benden işlenen konuya gitti. Keşke her çocuğun çevresinde; onun güzel, masum dünyasını her türlü kötülükten koruyacak böyle bir melek bulunabilse… Aslında öncelikle çocukların dünyasını karalara bulayacak ortamların olmaması istenen. Sonuç olarak tüm keşkeler gibi maalesef sadece hayal edilen.

Filmde Guido; içerisinde bulundukları ortamı, bir oyun bahçesine dönüştürerek, oyunun sonunu başarıyla getirmeleri durumunda büyük ödülün doğum gününde almasını istediği tank olacağını söyler. Yaşanan tüm zorluklar ve kötü koşullar oyunun bir parçası olup, bütün bunların büyük ödülü kazanmaları için ödemeleri gereken bedel olduğunu anlatır. Gerekli olan 1000 puanı topladıklarında oyunu ve tankı kazanabileceklerdir. Böylece küçük Giosue, toplama kampında aslında olması gereken ruh halinde hiç olmayıp, babası ile oynadıkları oyunun sihirli duvarlarıyla korunup acı çekmemiş, hayalleri ve düşleri çocuk kalabilmiştir. Bu son derece etkileyici filmin sonunda Giosue dört buçuk yaşında Amerikan askerlerinin kampı ele geçirmesiyle kurtulur; ancak ne yazık ki babasını kaybeder.

Giosue babasının acıları oyun yapması sayesinde kendi küçük güzel dünyasında en acı ortamda dahi hayata tutunabilmiş, çocuk ruhunu koruyabilmiştir. Acıları oyun yapmak… Hayatı bir çocuğun kalbinden yorumlamakla, onun gözleriyle görmekle mümkün olabilir ancak. Ve tüm güzellikler gibi emek gerektirir… Ancak gerçek hayatta her çocuk benzer şanssızlığın içinde aynı şansı yakalayamamaktadır. Maalesef dünyanın acımasız düzeninde faturalar ilk önce çocuklara çıkarılıyor. Çocuklar hayatın acı ve kirli yönüyle tanışıyor, minik yürekleri hayatın, en yürekli yetişkinleri dahi çaresiz bırakacak zorlukları ile mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Pırıl pırıl gözlerdeki hayal kırıklıkları, bir güneşin ufukta usulca erimesi gibi, geride kıpkırmızı hareler bırakıyor. Bu acıyla katmerleniyor çocuk yürekleri, minik hayalleri. Dünyadaki bütün güzellikleri hak eden çocuklarımıza, nasıl bir dünya sunuyoruz? Ülkeler kendi çıklarları doğrultusunda savaşıyor ve yine en başta bu diyeti çocuklar ödüyor. Bütün bu çıkar çatışmalarının içinde onların bugünleri, gelecekleri karalanıyor. Yaşanan tüm bu olumsuzlukların, bir bileğin kırılması, bir uzvun ağrıması gibi belirgin ve tedavi edilebilir olmanın ötesinde ve çok daha ilerisinde psikolojik olan ve her görünmeyen yara gibi üstüne gidilmeyen, tedavi edilmeyen, gitgide açılan yaralar halinde geleceğe uzanan bir yönü de var.

"Sözsüz, yazısız, toplumsuz ve hepsinden kötüsü sure giden korku ve zora bağlı ölüm tehlikesi ve insan yaşamı, yalnız, yoksul, kaba, kötü ve kısa."
Thomas Hobbes (1651)

Ne yazık ki 1651 yılında söylenmiş bu söz, bugünün de genel fotoğrafını veriyor. Toplumların modernleşmesi ile birlikte savaş alanları artık sivil halkın yaşadığı, günlük hayatın geçtiği sokaklar, meydanlar, parklar… Politikanın insan yaşamının önüne geçtiği günümüzde, bir çocuğun hayatının ne yazık ki yeri yok dünya siyasetinde. Halbuki bir tek çocuğun hayatı dahi paha biçilemezken nasıl olur da kanıksanır bunca kayıp? Çocuklarımız gökyüzündeki milyonlarca yıldız gibi, ışıl ışıl gülümsüyorken güzel gözleri, dilerim ki karartmasın dünya üzerindeki hiçbir kötülük o masum yüzleri…

Her kayıp, savaşın olduğu, çocukların kötü muameleye uğradığı, acı çektiği her coğrafyadan gelen her bir görüntü, vicdanını yitirmemiş, çıkarlarının insan olmanın önüne geçmediği yüreklerde derin yaralar açıyor. Aziz Nesin’in dediği gibi “Öyle bir ölsem / Öyle bir ölsem çocuklar / Size hiç ölüm kalmasa.” dedirtiyor…


Bir gün çocuksu düşlerin, gerçek hayata galip gelmesi dileğiyle…

6 yorum:

  1. Beni etkileyen filmlerdendir. Bir ün oğluma mutlaka iztemek istediğim bir film.
    Çocuksu düşler hep rengarenk ve neşeli olsun...
    Biz büyükler de o düşlerde hep sevecen olalım...

    Blogun hayırlı olsun arkadaşım :)

    http://loveandsmile.wordpress.com/

    YanıtlaSil
  2. Aysencim cok guzel dile getirmissin eline, yuregine saglik.

    Ezgi

    YanıtlaSil
  3. Bir gün çocuksu düşlerin, gerçek hayata galip gelmesi dileğiyle…

    ne zaman ki hayal kurmayı bırakır insan o zaman gerçek hayatın hengamesi içine dalar, gider, kaybolur. bundan seneler önce daha bu kadar dizi furyası yokken oynayan Sıcak Saatler dizisinde duyup zel defterime kaydettiğim bir sözdeki gibi, hayal kurmak ve resim çizmek aynı şeydir aslında, her ikisi de insan beyninin kıvrımlarını arttırır ve bir insanın beyin kıvrımları ne kadar fazla olursa o kadar keyif alırmış hayattan... keyif alabilmek dileğiyle...

    YanıtlaSil
  4. Insan hayal kurarken ya da resim yaparken istediği dünyayı yaratabilir, sanırım bu yüzden ikiz kardeşler ve iyi ki kardeşler. Gercek hayatın hengâmesi içinde dört elle sarılmak lazım her ikisine de...

    YanıtlaSil