14 Aralık 2018 Cuma

Düş ve Gerçek Arasında





“Düşlerde, her insana, yakın geçmişi ve yakın geleceği görmesini sağlayan bir parça kişisel sonsuzluk verilmiştir.
Jorge Luis Borges


Düş anlamına gelen rüya, gerçekleşmesi imkansız hayaller için de kullanılıyor, umut edilen şeyler için de aynı zamanda… Geçmişten ve gelecekten haberler veren rüyalarımızda, umut ve hayal el ele veriyor.


Hatırladığımız takdirde bilinçdışının bilince göz kırptığı büyülü gerçeklikler; rüyalarımız. Rüyalarınızı hatırlayanlardan mı, yoksa hatırlamayanlardan mısınız? Neyi, neden hatırlıyor ya da hatırlamıyoruz? Bir rüya defteri olmalı insanın, uyandığı anda rüyalarını kaydedebileceği, zira en unutulmaz anıları dahi unutuyoruz kolayca. Peki ne kadarını gerçekten olduğu gibi anlatabiliyoruz? Freud rüyanın kendisinden ziyade, nasıl anlatıldığı ile ilgileniyor. Rüyaların yorumunu, insan zihninin bilinçdışı ile ilgili bilgi edinebileceği en iyi yolu olarak görüyor.


“Bir kitap okudum ve hayatım değişti” diye başlıyor Yeni Hayat. “Bir rüya gördüm ve hayatım değişti” de diyebilir miyiz aynı zamanda?


Kitaplar ve rüyalar, kardeştirler benim zihnimde. Elimize bir kitap alıyoruz ve bir başkasının rüyasını okuyoruz bir yerde. Ne kadar güzel bir düşse satırlarda verilen, o kadar iyi bir edebiyat çıkıyor ortaya. Bastırdıklarımızı gün yüzüne çıkarıyor, bilinçdışını sözcüklere döküyor, kimi zaman kendimize dahi söyleyemediklerimizle zihnimizde hesaplaşıyoruz.


Edebiyatında bir rüya atmosferi yaratan yazarların başında; rüya ya da kabus diyebileceğimiz bir atmosfere bizi daha hikayenin ilk satırlarında sürükleyen Kafka geliyor aklıma. Tek başına bir tür yaratmış olan Kafka’nın edebiyatında (Kafkaesk), anlatılanlar bir düş mü, gerçeklik mi tereddüt ediyor, sonra o büyülü atmosfere teslim oluyoruz.


Murakami de rüya benzeri bir dünya kurup, edebiyatın rüyanın kontrol edilemezliğinin tersine kurgulanan bir düş olduğunun altını çiziyor. Büyülü gerçekliğin en özel kalemlerinden Borges de, edebiyatı ayıkken rüya görmek olarak adlandırıyor.


Bilinç akışı tekniği, edebiyatı rüyaya daha da yaklaştırıyor ve kişinin bastırdığı şeylerin dışa vurumu, hangi metaforların kullanıldığı, semboller, bilincin saklı çekmecelerinden süzülüp metnin içinde birer kilit gibi duruyorlar. Okuru metne katılmaya ve yeniden okumalara davet ediyor ve tekrar okudukça katman katman açılıyor metin zihinde.


“Gündüz düş görenler, yalnızca gece düş görenlerin kaçırdığı bir çok şeyi görürler.” der Edgar Allan Poe. Hayal gücü daha çok düşünce ile besleniyor ve düşledikçe gelişiyor. Çoğu düşünür ve edebiyatçı da uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgide yaratıcılığın alevlendiğini belirtiyor. Rüya mı, gerçek mi? Bu düşünce “O zaman düşünde kelebek olduğunu gören bir insan mıydım, yoksa şimdi düşünde insan olduğunu gören bir kelebek miyim, bilmiyorum” diyen Zhuangzi’nin ikilemine götürüyor insanı. Bu durumda insanın kendisine en iyi gelen gerçeğini inşa etmesini ve orada yaşaması gerektiğini düşünüyorum ben.


Arada başkalarının gerçekliklerine edebiyatla, sanatla balıklama dalmak da bir zihinsel terapi hayatımda. Uyku ve düşünce bizi rüya ve hayale götüren iki köprü ve bu köprüleri geçmek yeni yollara, yerlere çıkarıyor insanı. Gerçek ile birbirine karışıyor ve ben rüyaların gerçek olması için edebiyata sarılıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder