“Bu dünyada hangi akıllı aklını kaçırmadan yaşayabilir
ki?”
Ursula
K. Le Guin
Yaşadığımız
çağda kime deli diyeceğimize özellikle dikkat etmemiz gerekiyor. Zira normal
olarak görünen insanların aslında bu delirmiş zamana uyum sağladıkları için
bile çıldırmış olacağını düşünüyorum. Bu durum genetiğin zamanla değişmesi gibi
bir şey sanırım, insan da bu dünyada var olabilmek için zamanla biraz biraz deliriyor.
Burada
delilik olarak bahsettiğim, tedavi gerektirecek raddeye gelmiş (ki bu durum da
görecelidir), akıl ve ruh dengesi bozulmuş olan insandan değil, mecazi anlamda
aşırı davranışlarda bulunma, delireyazma olarak ifade edilebileceğim deliliğe
yakın bir çizgiye iteklenme durumundan bahsedeceğim.
Toplumun
delirtmek hususundaki başarısına kendi penceremden bakacağım. Goethe’nin dediği
gibi “Kaçık arıyorsanız tımarhaneye gitmeniz gerekmiyor, gezegenimiz evrenin
akıl hastanesi zaten.” Neden ve nasıl delirdim, delireyazma aşamasına geldiğim nedenlerden
bir seçkiyi aşağıda maddeliyorum.
- Delirmemek için direnmeniz ve güçlü olmanız gerekiyor. Normal şartlarda aklı, fikri, mantığı ve vicdanı olan herkes için aklını yitireceği bir dünya olay ve insanın olduğu bir yaşam sürüyoruz. Ya delirten ya da deliren olmaktan başka bir çare göremiyorum.
- İnsanların son derece kaba olan üslupları,
haksızken dahi dünyayı yakıp yıkan tavırlarının katkısını yadsıyamam.
- İnsanlara mantık dahilinde bir açıklamada
bulunmanın beyhude bir çabadan ileriye gidememesi, ne kadar emek verirsem
vereyim karşı tarafın algısında bir arpa boyu yol alamamam da bir etken.
- Herkesin adeta bir “bilge” olması. Kendi
hayatlarında uygulayamadıkları ama her daim dillerindeki aforizmaları ile çevrelerinde
büyülü ve yapay bir hare yaratıyorlar. Bu durum zihnimi görünen ve gerçek
arasındaki ayrımda kilitliyor.
- Düşünmeden, karşı tarafa verdikleri rahatsızlığın farkında bile olmadan yaşayan insanların vurdumduymazlığı beni daha da hassas ve her türlü eylemimde çok daha ince eleyip, sık dokuyan biri haline getirdi. Çağımızda hiç de normal olmayan bir durum.
- Bütün bu aleladelik içerisinde kendi içimde geliştirmeye çalışıp beslediğim ruhumun, dışarından gelen darbelerle gittikçe daha sık yara alması ve bu yaraların henüz iyileşemeden birbiri ardına gelmesi ile vuku bulan ani öfke patlamaları deliliğimin köşe taşlarını oluşturdu.
- Vurdumduymazlık içerisinde kendimi anlatmaya
çalışmanın olanaksızlığını kavrayan ben, bu sularda hiç oyalanmadan,
direkt haykırışlara başladım ki, karşı tarafın tek anladığı dil ve anlam
kalıplarını oluşturan bu sistem, varlığımda kısa süreli rahatlamalar ile
birlikte, ruhumda derin çatlaklara neden oldu. Yine de mecburen giriştiğim
bu öfke kusmaları, beni daha şiddetli depremlerden koruyor (şükürler
olsun). Bu düzeye inmemek için muhatap olduğum kişileri özenle seçmem
gerekiyor. Zorunluluklar hariç ruhumu bulanıklaştıracak ortam ve
kişilerden itina ile kaçmaya gayret ediyorum.
- Bütün bu uyumsuz ve karışık durumdan kaçmak insanı giderek yalnızlaştırıyor ki neden ve nasıl yalnızlaştığımın detaylarını da tüm bu maddeler oluşturuyor.
- Daha naif ruhlar kısıtlı bir çevreyi
oluşturuyor ve nerde olsa ister istemez ayırdediliyor. Bir yerlerde birbirimizi buluyor, sıkıca
sarılıyoruz. Sanata, doğaya, iyiye ve güzele yöneliyor, bir nebze olsun nefes
alıyoruz. Tam olarak delilik sularında boğulmuyorsak, enerjimizi
dengelediğimiz bu paratonerler sayesinde.
·
Farkındalık, çağımızda tüm kötülüklerin anası rolüne
bürünüyor. Öyle birdenbire değil, usul usul insanı hasta ediyor, içini
kemiriyor.
·
Yaşanan onca acıya, haksızlığa kayıtsız kalan,
ne olursa olsun yalnızca kendisini düşünen, olaylara yalnızca kendi açısından
bakabilen insanlara William Shakespeare’in “Odun değilsiniz, taş da değilsiniz,
insansınız.” Sözünü haykırmak istiyor, bu istekle birlikte tekrar o meçhul
sınıra yaklaşıyorum.
İşte böyle duygular içerisinde bir
söze, bir şiire, bir kitaba, bir müziğe sarılıyor, delilik ile normallik
arasında yer alan o ince çizginin eteklerinde gidip geliyor, şükürler olsun ki
yine bildiğim yoldan şaşmıyorum. Herkese aklıselim günler diliyorum.